26. CÜZ 4. HİZİP


50-KAF SÛRESİ ق Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
ق ۚ وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ ﴿١﴾
1-) Kaaaf* vel Kur`ânil Meciyd;
1-) Kaf (KAF harfi {ENE} Eniyet`e işaret eder. İnsan Zâtının üç mertebesi olan Ahadiyet, Eniyet ve Hüviyet tecellilerinden ilk açığa çıkış olan eniyet = ene = ego = BEN noktasına işaret eder. Kaf Dağı, Benlik dağı olarak tasavvufta sembolleştirilir. Dağ, benliğin sembolüdür. Allâhu âlem. A.H.)! Kur`ân-ı Meciyd (açıklanan muhteşem Bilgi)!
بَلْ عَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ ﴿٢﴾
2-) Bel `acibu en caehüm munzirun minhüm fe kalel kafirune hazâ şey`un `aciyb;

2-) Bilakis aralarından bir uyarıcı onlara geldi diye hayret ettiler de, o hakikat bilgisini inkâr edenler şöyle dedi: “Bu çok acayip bir şey…”

أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ۖ ذَٰلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ ﴿٣﴾
3-) Eizâ mitna ve künna turaba* zâlike rec`un be`ıyd;

3-) “Öldükten ve toprak olduktan sonra mı (bâ`s olunacağız)? O, çok uzak (dönüşü mümkün olmayan) bir geri dönüştür.”

قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ ۖ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ ﴿٤﴾
4-) Kad alimna ma tenkusul Ardu minhüm* ve `ındeNA Kitabun Hafiyz;

4-) Arzın onlardan noksanlaştırdığı şeyi (yaşlılığın eksilttiklerini) gerçekten bilmişizdir… Kitab-ı Hafiyz (koruyup kayıt eden kitap = memory) indîmizdedir (varlığın ruhunda).

بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَرِيجٍ ﴿٥﴾
5-) Bel kezzebu Bil Hakkı lemma caehüm fehüm fiy emrin meriyc;

5-) Hayır, onlara geldiğinde Hakikatlerini yalanladılar! Onlar pek karışık bir iş içindedirler.

أَفَلَمْ يَنْظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ ﴿٦﴾
6-) Efelem yenzuru iles Semai fevkahüm keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc;

6-) (Kendilerini arz – beden kabullendikleri içindir ki) üstlerindeki semâya (bilinçlerine) bakmadılar mı ki, onu nasıl oluşturduk ve (duyularla) bezedik! Onun hiçbir kusuru da yoktur!

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ ﴿٧﴾
7-) Vel Arda medednaha ve elkayna fiyha revasiye ve enbetna fiyha min külli zevcin behiyc;

7-) Arzı (bedeni) geliştirdik; onda sâbit dağlar (organlar) oluşturduk! Onda her güzel çiftten (çift DNA sarmalından) bedenin nebatî özelliklerini meydana getirdik.

تَبْصِرَةً وَذِكْرَىٰ لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ ﴿٨﴾
8- ) Tebsıraten ve zikra li külli `abdin muniyb;

8- ) (Hakikatine) dönen her kula basiretini açmak ve hatırlatıp öğüt vermek için.

وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُبَارَكًا فَأَنْبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ ﴿٩﴾
9-) Ve nezzelna mines Semai maen mubareken fe enbetna Bihi cennatin ve habbel hasıyd;

9-) Semâdan bereketli bir su (ilim) indirdik de onunla cennetler (hakikatindeki kuvvelerin güzelliğini hissettirdik) ve hasat edilen taneler (çeşitli marifetler) bitirdik.

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَضِيدٌ ﴿١٠﴾
10-) Ven nahle basikatin leha tal`un nadıyd;

10-) Salkım salkım meyveleriyle yüksek hurma ağaçları da…

رِزْقًا لِلْعِبَادِ ۖ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا ۚ كَذَٰلِكَ الْخُرُوجُ ﴿١١﴾
11-) Rizkan lil ıbadi, ve ahyeyna Bihi beldeten meyta* kezâlikel huruc;

11-) Kullara yaşam gıdası olması için… Onunla ölü bir beldeyi dirilttik… İşte huruç (dünyalarından – kozalarından çıkış) böylecedir.

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ ﴿١٢﴾
12-) Kezzebet kablehüm kavmu Nuhın ve Ashabur Ressi ve Semud;

12-) Onlardan önce Nuh`un kavmi, Ress Ashabı ve Semud da yalanladı (vefat sonrası ölümsüz ebedi yaşamı).

وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ ﴿١٣﴾
13-) Ve `Adun ve fir`avnu ve ıhvanu Lut;

13-) Ad, Firavun ve Lût`un kardeşleri de (yalanladı).

وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ ۚ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ ﴿١٤﴾
14-) Ve Ashabul` Eyketi ve kavmu tubbe`* küllün kezzeber Rusule fehakka va`ıyd;

14-) Ashab-ı Eyke ve Tubba kavmi de (yalanladı)… Hepsi Rasûlleri yalanladı da bu yüzden duyurulan azabım hak oldu.

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ ۚ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ ﴿١٥﴾
15-) Efe `ayiyna Bil halkıl evvel* bel hüm fiy lebsin min halkın cediyd;

15-) İlk yaratmada yetersiz mi kaldık? Hayır, onlar halk-ı cedid`den (yeni yaratılış`tan) kuşku içindeler.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ ۖ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ﴿١٦﴾
16-) Ve lekad halaknel İnsane ve na`lemu ma tuvesvisu Bihi nefsuh* ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd;

16-) Andolsun ki insanı biz yarattık… Ona (bilincinin oluşturduğu) nefsinin vesvese verdiği şeyi (kendini beden kabullenme fikrini) biliriz… Biz ona, şah damarından daha yakınız!

إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ ﴿١٧﴾
17-) İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemiyni ve aniş şimali ka`ıyd;

17-) Sağından ve solundan kayıtla görevli iki kaydedici kuvve, kaydederler!

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ ﴿١٨﴾
18-) Ma yelfizu min kavlin illâ ledeyhi rakıybun `atiyd;

18-) (İnsanın) her düşüncesini gözleyen (kaydeden) bir gözcüsü vardır!

وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ۖ ذَٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ ﴿١٩﴾
19-) Ve caet sekretul mevti Bil Hakk* zâlike ma kunte minhu tehiyd;

19-) Hak olarak Sekrat`ül Mevt (ölüm sarhoşluğu) yaşanmaya başlanmıştır! İşte bu senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir.

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ ﴿٢٠﴾
20-) Ve nufiha fiys Sur* zâlike yevmul va`ıyd;

20-) Sur`a (bedene) üflenmiştir (üflenme içten dışadır; ruh, bedenden çıkmıştır)! İşte bu uyarıldığınız süreçtir!

وَجَاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ ﴿٢١﴾
21-) Ve caet küllü nefsin meaha saikun ve şehiyd;

21-) Her nefs (bilinç), birlikte olduğu sevk edici (doğal bedensellikle oluşmuş kişiliği) ve bir şahit (içindeki Hakk`ın sesi olan vicdanının seslenişi) ile gelmiştir!

لَقَدْ كُنْتَ فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ ﴿٢٢﴾
22-) Lekad kunte fiy ğafletin min hazâ fekeşefna `anke ğıtaeke febasarukel yevme hadiyd;

22-) “Andolsun bundan önce gaflet içinde (kozanda yaşıyor) idin… Senden perdeni kaldırdık! Bugün artık görme kuvven pek keskindir!” (denilir).

وَقَالَ قَرِينُهُ هَٰذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ ﴿٢٣﴾
23-) Ve kale kariynuhu hazâ ma ledeyye `atiyd;

23-) Onun karîni (bedeni – cinnden olan dost) dedi ki: “İşte benim yanımdaki hazır.”

أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ ﴿٢٤﴾
24-) Elkıya fiy cehenneme külle keffarin `aniyd;

24-) (Denilir): “Her inatçı hakikati reddedici nankörü, atın Cehennem`in içine!”

مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُرِيبٍ ﴿٢٥﴾
25-) Menna`ın lil hayri mu`tedin muriyb;

25-) “O her hayrı (Hakkanî olanı) engelleyen, şüpheciyi.”

الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ ﴿٢٦﴾
26-) Elleziy ce`ale meAllâhi ilâhen âhare feelkiyahu fiyl azâbiş şediyd;

26-) “O ki, Allâh yanı sıra başka tanrı oluşturdu! Artık atın onu şiddetli azabın içine!”

۞ قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَٰكِنْ كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ ﴿٢٧﴾
27-) Kale kariynuhu Rabbena ma atğaytuhu ve lâkin kâne fiy dalâlin be`ıyd;

27-) Onun karîni (“insan” olarak hitap bilince olup; karîni, beden olarak da anlaşılabilir veya cinn dostu) dedi ki: “Rabbimiz, onu ben tuğyan ettirmedim (azdırmadım), ne var ki o (inanç olarak) uzak bir sapkınlık içinde idi.”

قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ بِالْوَعِيدِ ﴿٢٨﴾
28-) Kale lâ tahtasımu ledeyYE ve kad kaddemtu ileyküm Bil va`ıyd;

28-) (Allâh) buyurdu: “Huzurumda hasımlaşıp tartışmayın (huzurumda tartışma yoktur)! Sizi başınıza gelecekler konusunda önceden uyarmıştım!”

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ ﴿٢٩﴾
29-) Ma yubeddelul kavlu ledeyYE ve ma ene Bi zallamin lil `abiyd;

29-) “Benim katımda hüküm değiştirilmez! Ben kullara zulmedici değilim!”

يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ ﴿٣٠﴾
30-) Yevme nekulu li cehenneme helimtele`ti ve tekulu hel min meziyd;

30-) O süreçte Cehennem`e: “Doldun mu?” deriz… (Cehennem de): “Daha var mı?” der.

وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ ﴿٣١﴾
31-) Ve uzlifetil cennetu lil müttekıyne ğayre ba`ıyd;

31-) Korunanlar için de cennet yaklaştırılmıştır… Zaten uzak değildir.

هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ ﴿٣٢﴾
32-) Hazâ ma tuadune li külli evvabin hafiyz;

32-) “Bu vadolunduğunuzdur” denir, hakikatine yönelip bu hâlini koruyanlara…

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَاءَ بِقَلْبٍ مُنِيبٍ ﴿٣٣﴾
33-) Men haşiyer Rahmâne Bil ğaybi ve cae Bi kalbin müniyb;

33-) Gaybı olarak Rahmân`dan haşyet eden ve (hakikatine) dönük şuurla gelen kimse için.

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ۖ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ ﴿٣٤﴾
34-) Udhuluha Bi Selâm* zâlike yevmul hulud;

34-) Selâm olarak (Selâm isminin işaret ettiği özelliği yaşayarak) girin ona… İşte bu sonsuz yaşam sürecidir!

لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ ﴿٣٥﴾
35-) Lehüm ma yeşaune fiyha ve ledeyNA meziyd;

35-) Onda, onlar için diledikleri her şey var! Katımızda ise fazlası var!

وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِنْ مَحِيصٍ ﴿٣٦﴾
36-) Ve kem ehlekna kablehüm min karnin hüm eşeddu minhüm batşen fenakkabu fiyl bilad* hel min mahıys;

36-) Onlardan önce nice nesil helâk ettik ki onlar güç itibarıyla bunlardan daha çetindiler! Bu yüzden beldelerde delik aradılar (sığınacak)… Kaçıp sığınacak bir yer var mı?

إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ ﴿٣٧﴾
37-) İnne fiy zâlike le zikra limen kâne lehu kalbun ev elkas sem`a ve huve şehiyd;

37-) Şüphesiz ki bu hatırlatıcı, şuur sahibi yahut uyanık olarak dinleyen kimse içindir!

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ ﴿٣٨﴾
38-) Ve lekad haleknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin ve ma messena min luğub;

38-) Andolsun ki semâları, arzı ve ikisi arasında olanları altı süreçte yarattık! Bize yorgunluk dokunmadı!

فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ ﴿٣٩﴾
39-) Fasbir alâ ma yekulune ve sebbıh Bi Hamdi Rabbike kable tulû`ış Şemsi ve kablel ğurub;

39-) Onların dediklerine sabret! Güneş`in doğuşundan önce de gurubundan önce de Rabbinin Hamdi olarak (işlevini yerine getirip) tespih et!

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ ﴿٤٠﴾
40-) Ve minel leyli fesebbıhhu ve edbares sucud;

40-) Gecede O`nu tespih et, secdelerin ardından da

وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ ﴿٤١﴾
41-) Vestemı` yevme yunadil munadi min mekânin kariyb;

41-) Seslenenin, içinden sesleneceği süreçte dinle!

يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ ﴿٤٢﴾
42-) Yevme yesme`unes sayhate Bil Hakk* zâlike yevmul huruc;

42-) Hak olarak o sayhayı işitecekleri süreçtir! İşte o, (kozalarının dışındaki gerçekliği fark etme) çıkış sürecidir!

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ ﴿٤٣﴾
43-) İnna nahnu nuhyiy ve numiytu ve ileynel masıyr;

43-) Muhakkak ki biz, evet biziz dirilten, öldüren! Dönüş de bizedir!

يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ۚ ذَٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ ﴿٤٤﴾
44-) Yevme teşakkakul Ardu anhüm sira`â* zâlike haşrun aleyNA yesiyr;

44-) O süreçte arz (beden) onlardan hızla kopup ayrılır! İşte bu bizim üzerimize kolay bir haşr`dır.

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ ۖ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ ۖ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَنْ يَخَافُ وَعِيدِ ﴿٤٥﴾
45-) Nahnu a`lemu Bi ma yekulune ve ma ente aleyhim Bi cebbarin fe zekkir Bil Kur`âni men yehafu ve`ıyd;

45-) Biz, onlarda olarak, neler söylediklerini daha iyi biliriz! Sen onlar üzerinde zorla yaptırıcı değilsin! Azap uyarımdan korkana, Kur`ân olarak (hakikati) hatırlat!

51- ZÂRİYAT SÛRESİ الذاريات Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
BismillahirRahmânirRahiym
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا ﴿١﴾
1-) VezZâriyati zerva;

1-) Andolsun o tozutup savuranlara.

فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا ﴿٢﴾
2-) FelHamilati vıkra;

2-) O ağırlık taşıyanlara.

فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا ﴿٣﴾
3-) FelCariyati yüsra;

3-) O kolayca akıp gidenlere.

فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا ﴿٤﴾
4-) FelMukassimati emra;

4-) Hükmü taksim edenlere!

إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ ﴿٥﴾
5-) İnnema tu`adune le sadık;

5-) Vadolunduğunuz elbette kesinlikle gerçektir!

وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ ﴿٦﴾
6-) Ve inned diyne le vakı`;

6-) Muhakkak ki Din (sistem) mutlaka bir realitedir!

وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْحُبُكِ ﴿٧﴾
7-) Ves Semai zatil hubük;

7-) O (çeşitli düşüncelerden oluşmuş) yollarla dolu semâ (bilinç)!

إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍ ﴿٨﴾
8- ) İnnekum lefiy kavlin muhtelif;

8- ) Muhakkak ki siz çeşitli görüşler içindesiniz!

يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ ﴿٩﴾
9-) Yü`fekü anhu men üfik;

9-) Çevrilmiş kimse Ondan döndürülür!

قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ ﴿١٠﴾
10-) Kutilel harrasun;

10-) Ölsün o yalancılar!

الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ ﴿١١﴾
11-) Elleziyne hüm fiy ğamretin sahun;

11-) Onlar ki cehalet ve körlük içinde ne yaptığını bilmeyenlerdir!

يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ ﴿١٢﴾
12-) Yes`elune eyyane yevmud diyn;

12-) “Din süreci ne zamandır?” diye sorarlar.

يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ ﴿١٣﴾
13-) Yevme hüm alen nari yüftenun;
13-) O süreçte onlar ateşte kıvranırlar!
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٤﴾
14-) Zûku fitnetekum* hazelleziy küntüm Bihi testa`cilun;
14-) (Zebânîler der ki): “Azabınızı tadın! İşte o acele istediğiniz buydu!”
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿١٥﴾
15-) İnnel muttekıyne fiy cennatin ve `uyun;
15-) Muhakkak ki korunanlar cennetlerde ve kaynaklardadırlar.
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ ﴿١٦﴾
16-) Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm* innehüm kânu kable zâlike muhsiniyn;

16-) Rablerinin kendilerine verdiğini alıcılar olarak (içten dışa çıkış olarak)! Muhakkak ki onlar bundan önce muhsindiler.

كَانُوا قَلِيلًا مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ ﴿١٧﴾
17-) Kânu kaliylen minel leyli ma yehce`un;

17-) Geceden az bir bölümde uyurlardı.

وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿١٨﴾
18-) Ve Bil eshari hüm yestağfirun;
18-) Seherlerde istiğfar ederlerdi.
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ ﴿١٩﴾
19-) Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum;
19-) Onların mallarında talep eden ve sıkıntıda olan için bir hak vardı.
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ ﴿٢٠﴾
20-) Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn;
20-) İkân sahiplerine arzda (bedende) işaretler vardır!
وَفِي أَنْفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٢١﴾
21-) Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun;
21-) Nefslerinizde (Benliğinizin hakikati)! Hâlâ (fark etmiyor) görmüyor musunuz?
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ﴿٢٢﴾
22-) Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu`adun;
22-) Yaşam gıdanız da, vadedilen şey de semâdadır (bilincinizden yaşanacaktır)!
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ ﴿٢٣﴾
23-) FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun;
23-) Semânın ve arzın Rabbine yemin ederim ki, kesinlikle o (bildirilen gelecektekiler), sizin konuşmanız kadar olağan bir gerçektir.
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ ﴿٢٤﴾
24-) Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel mükremiyn;
24-) İbrahim`in şerefli kılınmış konuklarının haberi sana geldi mi?
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ ﴿٢٥﴾
25-) İz dehalu aleyhi fekalu Selâma* kale Selâm* kavmun münkerun;
25-) Hani Onun yanına girdiklerinde: “Selâm” dediler… (İbrahim de): “Selâm” dedi… “Rastlanmadık birileri (diye düşündü).”
فَرَاغَ إِلَىٰ أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ ﴿٢٦﴾
26-) Ferâğa ila ehlihi fecae Bi `ıclin semiyn;
26-) Ailesine yöneldi de semiz (kızartılmış) bir buzağı eti getirdi.
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ ﴿٢٧﴾
27-) Fekarrebehu ileyhim kale ela te`kûlun;
27-) Onu onlara yaklaştırıp: “Yemeyecek misiniz?” dedi.
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ ﴿٢٨﴾
28-) Feevcese minhüm hıyfeten, kalu lâ tehaf* ve beşşeruhu Bi ğulamin `aliym;
28-) (Yemediklerini görünce İbrahim`in içine) onlardan bir korku düştü! “Korkma” dediler ve Onu Aliym bir erkek çocuk ile müjdelediler.
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ ﴿٢٩﴾
29-) Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket vecheha ve kalet `acûzun `akıym;

29-) Bu yüzden (İbrahim`in) karısı çığlık içinde misafirlerin yanına döndü de, (ellerini utanarak) yüzüne kapatıp dedi ki: “(Ben) kısır bir ihtiyar kadınım!”

قَالُوا كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ ﴿٣٠﴾
30-) Kalu kezâliki, kale Rabbük* inneHU “HU”vel Hakiymul `Aliym;
30-) (İbrahim`in misafiri melekler) dediler ki: “İşte böyle! (Bunu) Rabbin dedi… Muhakkak ki O, Hakiym`dir, Aliym`dir.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir